Saray’ın oyları erise de ciddi bir kırılma gerçekleşmiş değil. İktidara duyulan tepki henüz muhalefet cephesine oy olarak yansımıyor. Türkiye Raporu Direktörü Selçuki, “Artan yoksulluk kalıplaşmış tercihleri yumuşatıyor. Ancak onu parçalayacak hamle gerekiyor” diyor.

Mehmet Emin Kurnaz
Yoksulluk ve yönetim krizi derinleşirken ülke seçim atmosferine girdi. Peş peşe yayımlanan kamuoyu yoklamalarında iktidarın oylarının belirli bir seviyeye kadar gerilediği görülüyor. Buna karşın muhalefet cephesinde ciddi bir sıçrama gerçekleşmiş değil. Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki ile iktidar ve muhalefetin durumunu; halkın da öfke, talep ve tercihlerini konuştuk. Seçmenin iktidara kızgın olduğuna değinen Selçuki, muhalefetin ise biriken bu öfkeyi henüz kendi kanalında konsolide edemediğini vurguluyor. Selçuki, mutfaktaki yangının betonlaşmış, kemikleşmiş bir seçmen kitlesi üzerine su dökerek onu yumuşattığını ancak o betonu parçalayacak güçlü hamlelere ihtiyaç olduğuna dikkat çekiyor.
MUHALEFET YETERSİZ
Ekonomik krizin de etkisiyle son dönem yayımlanan neredeyse tüm anketlerde iktidarın oy potansiyeli erise de çok güçlü bir kırılma olmadığı görülüyor. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?
Öncelikle son araştırmamızın sonuçlarımızdan bahsedeyim. Türkiye Raporu’nda 2022 Mart ayı anketinde kararsızlar dağıtıldıktan sonra AK Parti’nin yüzde 31,5 civarında bir oy aldığını görüyoruz. Kuşkusuz ekonomi, seçmen davranış ve tercihinde çok önemli bir rol oynuyor. Türkiye, 2018’den beri bir ekonomik krizde. Tabii bütün bunlar olurken sizin tam kırılma olmadı diye tarif ettiğiniz durumlara bir izah getirmek gerekiyor. Çünkü biz ‘tencere her iktidarı götürür’ söylemine alıştık. Fakat ekonomi, seçmenin davranışındaki tek belirleyici değil. Yani seçmenin davranışını belirleyen iki temel aks var diyelim. Bir tanesi rasyonel sebepler. Aldığınız sağlık hizmeti, dış politika tercihleri gibi siyah saha alanını ilgilendiren rasyonel sebepler. Diğeri de tabii bir takım duygusal sebepler. Kimlik, aidiyet gibi mezhepsel, etnik, mahalli ya da ideolojik. AK Parti ve Erdoğan’ın iktidarına baktığımızda yirmi yıldır seçmenle kurduğu bir bağ var. Dolayısıyla her ne kadar ekonomi önemli bir grup seçmeni memnuniyetsiz hale getirse de AK Parti’nin oyunu da belirli bir seviyenin altına düşürmüyor. Tabii bir partinin seçmeni gidişattan memnuniyetsizken karşı tarafın da bu memnuniyetsizliği kendi lehine geliştiriyor olması lazım. Geliştirmek de yetmez. Bunu yayabiliyor olması lazım. Yaydıktan sonra da halka inandırabiliyor olması lazım. Muhalefetin henüz bu alanda çok anlamlı bir yol kat edemediğini görüyoruz.
SEÇMEN AKP’YE ÖFKELİ
Buradan devam edersek, kararsız seçmenin çok fazla yükseldiği, bunun da daha çok iktidara oy verenler arasından olduğu görülüyor. Ama bu kitle muhalefete de yönelmiyor. Bunu biraz daha açabilir miyiz?
Kararsızlar bizde yüzde 10-11 civarında. Fakat dikkat çekmek istediğim ve yeterince Türkiye’de tartışılmayan başka bir grup var. Onlar da oy vermeyeceğini söyleyenler. Oy vermeyeceğini söyleyenler bizim anketlerinde, şubat ve mart aylarında kararsızların da önüne geçti. 2011 ve 2017’ye baktığımızda kızgın AK Partili seçmenin partisini cezalandırma yöntemi, gidip muhalefete oy vermek değil, sandığa gitmemek şeklinde olmuş. Ama bugün o dönemin muhalefetinde bu kadar renklilik de yoktu. Ama yine de aynı sonuca varmak durumundayız. Bu aktörler henüz o memnuniyetsiz veya kararsız olan AK Partili seçmeni kendi tarafına çekme konusunda anlamlı bir başarı gösteremediler.
Peki kararsızlar ya da protesto edenlerin gelir dağılımı, eğitim durumu gibi unsurların sosyolojik karşılığı var mı?
Ortak özellikleri şehirli olmaları. Şehrin içerisine baktığınızda da farklı katmanlardan geldiğini söylemek mümkün. Temel olarak kazanımlarından geriye giden şehirli AK Partili seçmen olduğunu söyleyebiliriz. Tabii Türkiye’de bir istikrarsızlık sorunu da var. İşte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldiğinde istikrarsızlık bitecekti. Ama o günden bu yana baktığımızda sürekli değişen Hazine Maliye Bakanları görüyoruz. Merkez Bankası başkanları görüyoruz. TÜİK başkanları görüyoruz. Aslında bu bir nevi istikrarsızlığın tanımı anlamına geliyor.
Kemikleşmiş AKP seçmeni tartışmaları hakkında ne söylersiniz?
Kemikleşmiş seçmen kitlesi her grup için var. Bugün Türkiye’nin yüzde 70’inin aslında nereye oy vereceği belli. Bu kadar seçim işi konuşuyor olmamızın sebebi geriye kalan yüzdeliğin bir değişim yaratacak olması. AK Parti’nin kararsızlar dağıtılmadan önceki oy oranı yüzde 23,8. Mart ayındaki anketimize bakarak AK Parti’nin yüzde 15-20 arasında bir çekirdek kabul edebileceğimiz oyu olduğunu tahmin ediyorum.
Muhalefet bir hareketlilik içerisinde, altı parti güçlendirilmiş parlamenter sistem için çalışmalar yürütüyor. Halkın acil talepleri ise ekonomik sıkıntılar. Muhalefete yönelik mesafenin bunla bağlantısı olabilir mi?
Olabilir. Bu çalışmaları, mesela bir şirket üzerinden düşünelim. Ortak şirket kuruyorsunuz ve elinizde çok iyi bir ürününüz var. Ve o ürünü pazarlayarak ciddi cirolar elde edebileceğinizi düşünüyorsunuz. Ama o şirketi önce ticari sicile kaydetmeniz gerekiyor. Bundan sonra ürünlerinizi nasıl pazarlayacağınız önemli. Muhalefet partilerinin programlarına baktığımda en azından geçtiğimiz on yıla göre daha olumlu şeyler var. Politika platformu geliştirmek işin bir tarafı ama gidip bunu pazarlayabilmeniz işin başka bir tarafı. Orada bir takım eksikler malum. Ama körü körüne muhalefet hiçbir şey yapmıyor, halkı ikna edemiyorlar söylemini de çok benimsemiyorum.
PARÇALAR KOPARMALI
AKP’nin kemik oyu olduğu söylenen ‘ev kadınları’ diye tabir edilen sosyolojik olarak da dış gelişmelerden oldukça az etkilenen kolay kolay tercihleri değiştirilmeyecek bir kesim var. Son dönemki kriz ve diğer gelişmeler bu kesimleri de çözebilir mi?
Kuru bir betona yumruk atarsanız kırmanız çok zor ama belirli bir miktar üzerinden su dökerseniz ve yumuşatırsanız, böylece içeride çatlaklar oluşursa parçaların dökülmesi daha büyük ihtimal. Şimdi ben ekonomik gidişatın ve mutfaktaki yangının bu tarif ettiğiniz kitlenin üzerine su döktüğünü düşünüyorum. Ama birisinin de vurup oradan bir takım parçalar koparması lazım. İşte orada da muhalefetin söylemi ön plana çıkıyor. Ancak muhalefet henüz o aşamada değil. Zaten anketlere de o şekilde yansıyor.
İktidarın son hamlesi yeni seçim yasası oldu. Oyun başlamışken kural değiştirme gereğini neden duydular?
Şimdi son seçim yasasında on beş tane madde var. Tabii komisyonda ve genel kurulda tasarının başına neler gelebileceğini de takip etmek lazım. Onu bir kenara koyalım. En çarpıcı konu milletvekili dağılım kurallarının değiştirilmesi. Özellikle Millet İttifakı gibi büyüklükleri çok farklı ve birbirine göre coğrafi ve demografik olarak mukayesede üstünlüğü olan partiler bir araya geldiğinde oluşan yekünün ittifaka getirebileceği potansiyel artıyordu. Şimdi bunun önüne geçildi. Seçim bölgesinde oylar toplanıyor ve milletvekilleri, partilerin aldıkları oya göre dağıtılıyor. Bu hamle ile net bir şekilde millet ittifakının maksimize edebilecekleri potansiyelin önünü kesilmek isteniyor.
Örneğin mecliste çoğunluğu kimin alacağı son derece önemli. Mesela Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Birinci turda kimse yüzde elliyi geçemedi ve ikinci tura kaldı. O geçecek iki haftadaki bir performans meclisteki çoğunluğun kimde olduğuyla çok yakından alakalı. Cumhur İttifakı çoğunluğu alabilirse o geçecek iki haftada mecliste ‘Zaten çoğunluk bizde. Verin cumhurbaşkanlığını da rahatlıkla yönetime devam edelim’ denecektir. Aksi muhalefet için de geçerli.
***
Halkın talepleri sınıfsal
Sınıfsal taleplerin kimlik taleplerine göre son dönem daha fazla öne çıktığı değerlendirmeleri yapılıyor. Krizin doğal bir yansıması diyebilir miyiz?
Bunu sadece Türkiye için konuşmak, eksik kalır. Dünyada zaten sınıfların taleplerinin seçmen tercihinde daha ön plana çıktığını ve yer yer başarıya ulaştığını görüyoruz. Türkiye siyaseti de dünyadaki gelişmelerden muaf değil. Artan enflasyon, devam eden işsizlik bunun hane halkına etkisi, toplumda bu politikalara duyarlılığı arttıracaktır.
***
Z kuşağı uzaylı değil
Seçimler 2023’te olursa ilk kez oy kullanacak yaklaşık 6 milyon seçmen var. Bunların oranı neredeyse yüzde 12’ye tekabül ediyor. Çoğunluğu iktidara karşı çıkıyor ama muhalefete de mesafeliler.
Evet, iktidar bu kesimi kucaklayamadığı gibi muhalefet de kucaklayamıyor. İki temel yanlış yapıyoruz bence gençleri değerlendirirken. Birincisi o kesimi yekpare bir topluluk olarak görüyoruz. Çünkü bu ticaretin de işine geliyor, siyasetin de işine geliyor. Ticaret müşteri olarak bakıyor. Siyaset de oy olarak bakıyor. Bir kere yekpare değiller. Nasıl Türkiye’de farklı farklı toplum kesimleri ve farklı farklı hayat koşullarıyla siyasi talepleri varsa bunların da farklı. İkinci yaptığımız hata da şu. Uzaydan gelmiş gibi davranıyoruz bu gençlere. İşte her şeyi değiştirecekler gözüyle bakıyoruz. Sonuçta bu gençler bizlerin oturma odalarından, mahallelerinden, liselerinden, bizlerin kültürel tedrisatından geçip yetişkin olma yolunda olan yurttaşlar. Evet iktidar partisine ortalamadan daha uzak duruyorlar. Özellikle CHP’ye biraz daha yakın duruyorlar. Ancak değişim dalgası için bu gençlerin her diğer seçmen grup gibi örgütlenmesi ve siyasi mücadeleyi bir şekilde dahil edilmesi lazım.
Video haberler için YouTube kanalımıza abone olun