Ülkem, İslâm dünyası ve dünya olaylarına kendi penceremden bakmaya çalıştım. Gördüklerimi duruma göre tasvir, tahlil, tenkit ve teşvik ettim. Gazete yönetimi hiçbir yazımı geri çevirmedi. Haftada üçe kadar çıkmıştım kırk beş çarpı iki yaşıma bir kala haftada bire indirdim. Aklım kalbim ve elim çalıştıkça devam ederim inşaallah. Yeni Şafak Gazetemiz otuz yıldır temel/ana çizgisinden sapmadan farklı görüşteki yazarlara da gerektiği kadar sayfalarını açarak yayın hayatına devam eden nadir gazetedir. Bu bakımdan da takdir ve tebriki hak etmektedir. Unutamadığım, aklımda kalan bir olayı da aktarmak isterim. Örtünen ama bir lokantada bacak bacak üstüne atıp sigara eşliğinde kahve içen üç bayan hakkında bunun yakışmadığı ve sosyeteye imrenme koktuğu mealinde bir yazı yazmıştım. Benim toplayabildiğim seksen A4 sayfalık linç yedim. Bir örtülü de benim için, “O cennete girerse ben oraya girmem” diye yazmıştı. Davası ve çizgisi olan yazarların başlarına böyle şeyler gelebiliyor.
Büyük şair Sezai Karakoç, “Oruç, ruhun sesi gelir her yıl/Gümüş topuklarını dokundurur kalbimize” diyor İnsan ve Oruç şiirinin girişinde. Yeni Şafak’ta güzel iftarlarımız, sahurlarımız oldu. Kızlar pasta yaptılar; börek ve kek. Erkekler zeytin, peynir, helva getirdiler. Yaprak sarmamız ve turşumuz bile var. Ve akşam, ve ezan, ve o huzur veren telâş. “Buyurun dostlar, Halil İbrahim sofrasına!…”