‘Pasta yapamam ama roman yazarım’

Ümran Avcı – Her yazarın kendine has bir dili, üslubu vardır. “Hayatımın Müsveddesi”ni yazarın ismi olmadan okusam, “Bu bir Nazlı Eray” kitabı derdim. Kendi deyişi ile acem halısı gibi bir geçmişi; büyülü, gerçeküstü bir dille satırlara döküyor yazar. Genç yaşta sirozdan hayatını kaybeden tiyatro ve sinema sanatçısı Salih Tozan’la sohbet edip dertleşiyor. Şems’in türbedarı ile Benjamin Franklin bir günlüğüne yer değiştiriyor. 100 dolarların üstünde takkeli türbedar Lokman’ın fotoğrafı beliriyor. Nazlı Eray, tüm bu gerçeküstülük zemininde geçmişin çok gözlü çekmecelerini açıp okurun önüne seriyor. Hayatını, sevdiklerini, sevinçlerini, korkularını, yarım kalmışlıklarını cesurca ortaya koyuyor. Kitapta “Geçmiş insanın üstüne doğru gelen kapkara bir şimendifer” diye anlatsa da bu sınavdan hafiflemiş olarak çıktığını söylüyor Nazlı Eray. 

■ “Hayatımın Müsveddesi”ni yazarken gözyaşı döktüğünüzü anlıyoruz.  

Bu kitap gözyaşı dökerek fakat aynı zamanda ferahlayarak da yazıldı. Satırların arasına girdiğim an yaşama gücümü, mutluluğumu ve geçtiğim tünelden çıkmak üzere olduğumu hissettim. Ki bu yaşamın zor bir tüneliydi. Belki insanın beyninde, ruhunda oluşan bazı sızıların, acıların, umutsuzlukların seni kavradığı, deniz dibine çektiği bir tünel. Buradan kitapta da andığım Ali, Lokman ve şeftali çekirdeğinin içindeki yaşamı düşünerek çıkıp kurtuldum. Katarsis oldu benim için. Her kitap bir katarsis… 

■ Kendinize dışarıdan baktınız ve yüzleştiniz. 

Evet, kendime dışarıdan baktım. Bir anlamda bu kitap portreme dışarıdan bakışım. Yazdıklarım da hayatımın müsveddesi. Teyellenmiş insanlar dökülüyor, eskiler, şehirler, anılar… Bu kitabı yazarken kendime dair o kadar çok şey öğrendim ki. Mesela kitapta yaşlılığın korsesinin hafif hafif sıkılması var. 20 sene önce yapabileceğim, elimin tersiyle itebileceğim şeyleri bu yaşta yapamadığımı gördüm. Bir de şu var, herkes sizi farklı bir gözle görür. Hayat portresi olarak beni nasıl gördükleri insanların kültürleri, bilgileri, seni algılama kapasiteleriyle ilgili. Mesela şoför Ali benim için bir ayağı çukurda diye düşünür, bakkal başka görür, edebiyatçı bambaşka… 

■ “Bu satırları ufak bir lamba tutarak yazıyorum” diye anlatmışsınız.  

Doğru. Çok hızlı yazıyorum ve de gece çalışıyorum. Defterime elle yazıyorum. Bu yüzden kelimeler, cümleler, harfler dolambaçlı oluyor. Bir gece yarısı duygu patlaması yaşadım. Yatağımdan kalkıp yazmaya başladım. Meğer yazmayan, tükenmiş bir tükenmez kalemle yazmışım. Sabah uyandım bir de ne göreyim. Defterin üzerinde sadece bir iz. Başka da hiçbir şey yok. Çizgilerin üzerinden geçmeye çalıştım ama olmadı. O duyguları yeniden yazabilmek için günlerce düşündüm. 

■ “Hayatımın Müsveddesi”nde, “Uzun bir süredir yapayalnızdım” diyorsunuz.  

Genellikle öyleyim. Etrafım dolu olsa da ruhum yalnızdır ama maraz değilim. Ruhum her yazarın ruhu gibi yalnızdır. Fazla insan istemez. Zaten nasıl ağırlayacağını bile bilmez. Yazdıklarımla insanları heyecanlandırır, ağlatır veya güldürürüm. Benim marifetim budur hayatta. Pasta yapamam ama hediye olarak bir roman yazarım. Ben bir kalem insanıyım.  

■ Hayatta her zaman açılmayan bir kapalı kutunun varlığından bahsediyorsunuz. Bu kitapta o kapalı kutuyu cesurca açabildiğinize inanıyor musunuz?  

Cesurca açtığımı düşünüyorum. Zaten bu beni çok rahatlattı. Birçok insanı sarsacak bir kitap bu. İnsanın içindekiler bir uçağın kara kutusu gibidir. Genelde derviş gibi sabırlıyımdır ama bu kitapta öyle değildim. İçimdekileri atma konusunda elinde kılıç tutan bir silahşordum. Kara kutuyu açmaktan korkmamak lazım. Kalbimde hiç açılmamış bir mektupla dolaşıyordum. O mektup hayata yazılmış bir mektuptu. Bu kitapla kalbimdeki hayata yazılmış bir mektubu açtım.

‘Annem beni duydu ve geldi’

■ N.E: Bir soru da ben sana sormak istiyorum Ümran. Kitapta seni en çok ne etkiledi?  

Annenizi çok özleyip ona ihtiyaç duyduğunuz günlerde olmadık bir anda eski fotoğraflarının elinize geçmesi. 

■ Hazır konu açılmışken Tamara’nın gönderdiği fotoğraflardan bahsedelim mi?  

O bir mucizedir. Bir gece daha uyumamıştım, anneme seslendim kendi kendime. “Anneciğim ne olur gel, biraz sıkılıyorum” dedim. Sonra uyumuşum. Ertesi gün bir zarf içinde annemin hiç görmediğim fotoğrafları geldi. Gönderen de Tamara diye bir kız. Annemin genç kızlık arkadaşlarından birinin kızı. Ne yapmış etmiş beni bulmuş. Irak sefirinin kızı olan annemin 1940’lı yıllarda Bağdat’ta çekilmiş 100’e yakın fotoğrafı. Annem beni duydu ve geldi. Onun yanımda olduğunu anladım. Günlerce o fotoğraflara baktım. 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir